25 Şubat 2016

Hayvana Yönelik Şiddet - Aile İçi Şiddet İlişkisi


Kişilerarası Şiddetin Bir İşareti Olarak Hayvana Yönelik Şiddet
Yıkıcı Davranış Bozuklukları çatısı altında ele alınan Davranım Bozukluğu, başkalarının temel haklarını ihlal eden ve/veya yaşına uygun toplumsal değerlerin, kuralların hiçe sayıldığı yineleyici bir davranış örüntüsüdür; saldırganlık, yalan söyleme, hırsızlık, kundakçılık, evden/okuldan kaçma, haneye tecavüz, kavga çıkarmak, güvenliği tehdit gibi davranışları içermektedir (Köroğlu, 2015). Davranım Bozukluğu, aniden ortaya çıkan bir bozukluk değildir, çocuğun veya ergenin gösterdiği şiddet başkalarına zarar verici düzeye ulaşmadan önceki dönemlerde bozukluğun çeşitli belirtileri süregelmiştir (Ercan, 2008), hayvana şiddet de bu belirtilerden biridir. Ruhsal Bozuklukların Tanısal ve İstatistiksel El Kitabı (The Diagnostic and Statistical Manual of Mental Disorders - DSM), 1987 yılından beri hayvanlara karşı gösterilen saldırganlığı Davranım Bozukluğu belirtilerinden biri olarak kabul etmekte ve insanlara karşı gösterilen saldırganlık ile birlikte aynı başlık altında ele almaktadır.
Tedavisinde eğitim, ruh sağlığı, gençlerin yargılanması ve çocukların korunması gibi birçok sosyal hizmetin bir arada bulunması gerekir; çocuklarda ve daha az ciddi durumlarda en etkili tedavilerden ikisi, ebeveyn yönetim eğitimi ve problem çözme becerileri eğitimidir (Kırcelli, 2011). Erken müdahale ve koruyucu yaklaşımların tedaviden daha etkili olduğu bildirilmektedir; erken tedavi prognozu olumlu etkilemektedir (Taş, 2004).
Bu çeşit davranış örüntüsünün en keskin formu yetişkinlerde Antisosyal Kişilik Bozukluğu olarak adlandırılmaktadır (Güven, 2013). Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu ile anti sosyal davranış bir arada görüldüğünde; ilk 3 yaşlarında Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu’nun, daha sonra 6 yaşlarında Karşıt Olma Karşı Gelme Bozukluğu’nun geliştiği görülmekte; bu çocukların %25’i yaklaşık olarak 9 yaşlarında Davranım Bozukluğu geliştirmektedir ayrıca bunların da bir kısmı yetişkinlikte Antisosyal Kişilik Bozukluğu belirtileri göstermektedir (Rhoads, 2006).
Antisosyal Kişilik Bozukluğu, 15 yaşından önce başlayan, yaygın bir antisosyal davranış ve pişmanlık duymadan başka insanların haklarını çiğneme ile belirli bir bozukluktur, ciddi sosyal sorunlara yol açtığından tüm kişilik bozuklukları içinde en önemlilerinden biridir; geçmişte bu hastaları tanımlamak için psikopat, sosyopat, asosyal ya da dissosyal gibi değişik terimler kullanılmıştır (Türkcan ve Yeşilbursa, 2007).
Antisosyal Kişilik Bozukluğu suç ve suçluluk ile yakından ilişkili bir bozukluktur; genel popülasyon içindeki görülme sıklığı erkeklerde %3, kadınlarda %1 iken hapishane ve cezaevi gibi adli ortamlarda istisna olmaktan ziyade bir kuraldır (Engeler, 2005). Önemli özelliği kişinin yaptıkları için asla pişmanlık ya da suçluluk duymamasıdır, başkalarına verdiği zararı kolayca rasyonalize eder, asla ders almaz, ceza vermenin etkisi olmaz, pişmanlık gösterileri genellikle sahtedir (Türkcan ve Yeşilbursa, 2007).
Antisosyal Kişilik Bozukluğu kişinin kendisinden çok topluma huzursuzluk veren, kronik ve tedavi umudu en az olan kişilik bozukluğudur, gidişatı genellikle iyileşmez olarak kabul edilir (Engeler, 2005; Türkcan ve Yeşilbursa, 2007; Noyan, 2008). Erken müdahale önemlidir (Engeler, 2005).
Günümüzde özellikle batılı ülkelerin büyükçe bir kısmında hayvana karşı işlenen suçun insana karşı da işlenen suçlara zemin hazırladığına ilişkin pek çok araştırma yapılmaktadır. Bu araştırmalardan elde edilen sonuçların değerlendirilmesi mağdur hayvanlara olduğu kadar mağdur insanlara da faydalı olacaktır.
Arluke ve arkadaşlarının (1999) 153 hayvana yönelik şiddet geçmişi bulunan kişi ve 153 kişilik kontrol grubuyla gerçekleştirdiği araştırmanın sonuçlarına göre, çocuk hayvan şiddet uygulayıcılarının kontrol grubuna göre yetişkinlikte kişilerarası şiddet uygulama oranı daha fazladır. Bunun yanı sıra haneye tecavüz, madde kullanımı ve toplum düzenini bozma suçlarına eğilimleri de daha fazladır. Merz-Perez ve arkadaşları (2001) 45 şiddet suçları işlemiş ve 45 şiddet içermeyen suçlar işlemiş toplam 90 hükümlüyle gerçekleştirdikleri bir çalışmada, çocuklukta hayvana eziyet ile sonradan insana yönelik şiddet arasında belirgin bir ilişki saptamışlardır, bu ilişki ev hayvanlarına zulüm söz konusu olduğunda daha da belirgindir. Ayrıca, şiddet suçları işlemiş hükümlülerin çocukken hayvanlara uyguladıkları şiddet yöntemleri ile daha sonra insanlara uyguladıkları şiddet yöntemleri birbirine benzemektedir.
Tallichet ve Hensley (2004) tarafından 261 erkek hükümlüyle gerçekleştirilen araştırmanın sonuçları, çocukluk çağında hayvana yönelik tekrarlayan şiddetin yetişkinlikte insanlara yönelik tekrarlayan şiddetin iki belirleyicisinden biri olduğunu saptamışlardır, diğer belirleyici ise çok sayıda kardeşe sahip olmaktır. Overton ve arkadaşları da (2012) benzer şekilde çocuklukta uygulanan hayvanlara yönelik şiddetin yetişkinlikte insanlara yönelik tekrarlayan şiddete dönüşme olasılığının yüksek olduğunu bulmuşlardır. Araştırmaya katılan 180 hükümlünün 2/3’ü çocukluklarında eğlence için hayvana şiddet davranışı sergilediklerini, yaklaşık 1/4’ü öfke veya taklit motivasyonuyla hareket ettiklerini ve sadece 1/5’i hayvandan nefret ettikleri için hayvana şiddet uyguladıklarını belirtmişlerdir.
Ressler ve arkadaşlarının (1988) 28 cinsel suç failini inceledikleri çalışmada %36’sının çocuklukta ve %46’sının ergenlik döneminde hayvanlara eziyet fiilleri işlemiş oldukları tespit edilmiştir, ayrıca seri katillerin geçmişlerinde hayvana yönelik şiddet uyguladıklarına dair birçok çalışma bulunmaktadır (aktaran Becker ve French, 2004). Verlinden ve arkadaşları (2000) ise okul saldırılarında bulunan gençlerle yaptıkları bir çalışmada, neredeyse yarısının geçmişinde hayvana yönelik şiddet bulunduğunu saptamışlardır.
Benzeri tüm çalışmaların sonuçları değerlendirildiğinde; çocukların hayvanlara yönelik şiddetinin küçümsenmemesi veya görmezden gelinmemesinin gerektiği, erken müdahalenin önemli olduğu ve bu anlamda hayvana yönelik şiddetin belirleyicilerden biri olduğu, çocuk adalet sisteminde hayvana şiddet uygulayan çocuklar için çocuklara özgü güvenlik tedbirlerinin uygulanmasının önemi ortaya çıkmaktadır. Davranım Bozukluğu’nun ön ergenlik döneminde pik yaptığı (Taş, 2004) ve ergenlerde daha yaygın olarak görüldüğü (Ölçek, 2010) göz önüne alınırsa, hayvana yönelik şiddet söz konusu olduğunda özellikle güvenlik tedbiri uygulamasının zorunlu olmadığı 15-18 yaş çocuk grubu için de çocuklara özgü güvenlik tedbirlerinin ve tüm yaşlar için özellikle de danışmanlık tedbirinin uygulanması çok önemlidir.
Çocuk ve hayvan ilişkisine bir başka açıdan bakarsak, hayvan sevgisi çocuğun yaşamında oldukça önemli role sahiptir. Hayvan besleyen çocukların iletişim becerileri artmakta, yalnızlık duyguları ile birlikte agresif davranışları azalmakta, kendine güven duyguları gelişmekte ve diğer insanlarla ilişkilerinde kendilerini ifade etmeleri kolaylaşmaktadır; çocuklar, hayvanlarla kurdukları ilişki sayesinde çevrelerine karşı sosyal duyarlılık göstererek saldırganlık gibi antisosyal davranışlardan kaçınmakta, prososyal davranışlar geliştirmektedirler (Ateş, 2005). Bu nedenle ebeveynler çocuklarına hayvanlardan korkmayı veya iğrenmeyi değil onları sevmeyi ve yaşamlarına saygı duymayı öğretmelidirler ve çocuklar için hayvanlarla ve doğayla ilişkilerini iyileştirmek ve/veya geliştirmek üzere eğitim programları hayata geçirilmelidir.
Hayvana Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddet İlişkisi
Hayvana yönelik şiddet ile aile içi şiddet arasında, aile içi şiddetin hayvana yönelik şiddete yansıması ve aile içi şiddetin bir görünümü olarak hayvana yönelik şiddet olmak üzere iki yönlü bir ilişki bulunmaktadır. Hayvana yönelik şiddet, aynı zamanda kadına ve çocuğa yönelik aile içi şiddetin bir belirtisi olabilir.
Çocuk açısından aile içi şiddetin üç boyutu vardır; birincisi çocuğun aile içinde ebeveynleri arasında yaşanan şiddet olaylarına şahit olması, ikincisi çocuğun ebeveynlerinin şiddetine maruz kalması ve üçüncüsü her ikisini de yaşamasıdır (Gümüş, 2011). Baldry (2005) tarafından 9-12 yaşları arasındaki 268 kız ve 264 erkek çocuğu ile yapılan çalışmanın sonuçları, ebeveynlerinden birinin diğerine veya birilerinin hayvana şiddet uyguladığına şahit olan erkek veya kız çocuklarının böyle bir deneyime sahip olmayan akranlarına göre hayvana şiddet uygulama ihtimallerinin üç kat fazla olduğunu göstermektedir. DeViney ve arkadaşlarının (1983) çocuk istismarının görüldüğü 53 aileyi inceledikleri çalışmada da çocuk istismarı ile hayvana uygulanan kötü muamele arasında bir ilişki olduğunu saptanmıştır. Ailelerdeki hayvana kötü muamele vakalarının %14’ünün uygulayıcısı, istismar edilen çocuğun kendisidir. Çocuklar yaşadıkları acıyı, acizliği hayvanlara yansıtmaktadır.
Diğer yandan, ev hayvanları aile içi şiddetin görünmeyen mağdurlarıdır. Flynn (2000) tarafından aile içi şiddet nedeniyle sığınma evinde kalan 107 kadınla gerçekleştirilen araştırmanın sonuçlarına göre evcil hayvan sahibi olan kadınların %46,5’inin eşleri kadınları ev hayvanına zarar vermekle tehdit etmiş ve/veya hayvana zarar vermişlerdir. Veriler evcil hayvanların, maruz kaldıkları şiddetle baş etmelerinde kadınlar için oldukça önemli duygusal destek kaynakları olduklarını açıkça ortaya koymaktadır. Bu özellikle hayvanların da şiddete maruz kaldığı durumlarda daha da belirgindir.
Aile içi şiddetin bir görünümü veya başka bir deyişle silahı olarak hayvana yönelik şiddet, Ascione ve arkadaşları (2007) tarafından yapılan bir araştırmada da çalışılmıştır. Aile içi şiddet nedeniyle sığınma evlerinde bulunan 100 kadın ve aile içi şiddet veya sığınma evi geçmişi olmayan 120 kadınla yapılan çalışmada aile içi şiddet nedeniyle sığınma evlerinde bulunan kadınlar açısından yüksek oranlarda eşin ev hayvanına yönelik şiddeti, eşin ev hayvanına zarar verme tehdidi ve diğer aile bireyleri tarafından hayvana yönelik şiddeti saptanmıştır. Sığınma evlerindeki kadınların büyük bir çoğunluğu evcil hayvanlarına duygusal anlamda çok yakın olduklarını ve hayvanlarının maruz kaldığı şiddet nedeniyle perişan olduklarını belirtmişlerdir. Çocukların da hayvanlara uygulanan kötü muameleye şahit oldukları ve çoğunun bu deneyimden dolayı sıkıntı yaşadıkları, yarısından fazlasının hayvanları maruz kaldıkları kötü muameleden korumaya çalıştıkları belirtilmiştir. Sığınma evi grubunun bir kısmı ise evcil hayvanlarının sağlığından şüphe ettikleri için sığınma evi seçeneği ertelediklerini ifade etmişlerdir, bu durum özellikle çocuğu olmayan kadınlar için daha çok geçerlidir.
Simmons ve Lehmann (2007) ise aile içi şiddete maruz kalan 1,283 kadınla yaptıkları çalışmada ev hayvanlarına da şiddet uygulayan eşlerin kadınlara daha fazla ve çeşitli şiddet uyguladıklarını, aynı zamanda daha fazla kontrol davranışı sergilediklerini tespit etmişlerdir. Hayvana şiddet uygulayan erkekler, hayvana şiddet uygulamayan erkeklere oranla kadınlar için daha yüksek risk barındırmaktadırlar.
Hayvana zarar verme tehdidi ve/veya zarar verme ısrarlı takip ve taciz (stalking) vakalarında da karşımıza çıkmaktadır (Doğan, 2014; Simmons ve Lehmann, 2007).

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder