Kişilerarası
Şiddetin Bir İşareti Olarak Hayvana Yönelik Şiddet
Yıkıcı Davranış Bozuklukları çatısı altında
ele alınan Davranım Bozukluğu, başkalarının temel haklarını ihlal eden ve/veya
yaşına uygun toplumsal değerlerin, kuralların hiçe sayıldığı yineleyici bir
davranış örüntüsüdür; saldırganlık, yalan söyleme, hırsızlık, kundakçılık,
evden/okuldan kaçma, haneye tecavüz, kavga çıkarmak, güvenliği tehdit gibi
davranışları içermektedir (Köroğlu, 2015). Davranım Bozukluğu, aniden ortaya
çıkan bir bozukluk değildir, çocuğun veya ergenin gösterdiği şiddet başkalarına
zarar verici düzeye ulaşmadan önceki dönemlerde bozukluğun çeşitli belirtileri
süregelmiştir (Ercan, 2008), hayvana şiddet de bu belirtilerden biridir. Ruhsal
Bozuklukların Tanısal ve İstatistiksel El Kitabı (The Diagnostic and Statistical
Manual of Mental Disorders - DSM), 1987 yılından beri hayvanlara karşı
gösterilen saldırganlığı Davranım Bozukluğu belirtilerinden biri olarak kabul
etmekte ve insanlara karşı gösterilen saldırganlık ile birlikte aynı başlık
altında ele almaktadır.
Tedavisinde eğitim, ruh sağlığı, gençlerin yargılanması ve çocukların
korunması gibi birçok sosyal hizmetin bir arada bulunması gerekir; çocuklarda
ve daha az ciddi durumlarda en etkili tedavilerden ikisi, ebeveyn yönetim
eğitimi ve problem çözme becerileri eğitimidir (Kırcelli, 2011). Erken müdahale
ve koruyucu yaklaşımların tedaviden daha etkili olduğu bildirilmektedir; erken
tedavi prognozu olumlu etkilemektedir (Taş, 2004).
Bu çeşit davranış örüntüsünün en keskin formu yetişkinlerde Antisosyal
Kişilik Bozukluğu olarak adlandırılmaktadır (Güven, 2013). Dikkat Eksikliği ve
Hiperaktivite Bozukluğu ile anti sosyal davranış bir arada görüldüğünde; ilk 3
yaşlarında Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu’nun, daha sonra 6
yaşlarında Karşıt Olma Karşı Gelme Bozukluğu’nun geliştiği görülmekte; bu
çocukların %25’i yaklaşık olarak 9 yaşlarında Davranım Bozukluğu
geliştirmektedir ayrıca bunların da bir kısmı yetişkinlikte Antisosyal Kişilik
Bozukluğu belirtileri göstermektedir (Rhoads, 2006).
Antisosyal Kişilik Bozukluğu, 15 yaşından önce başlayan, yaygın bir
antisosyal davranış ve pişmanlık duymadan başka insanların haklarını çiğneme
ile belirli bir bozukluktur, ciddi sosyal sorunlara yol açtığından tüm kişilik
bozuklukları içinde en önemlilerinden biridir; geçmişte bu hastaları tanımlamak
için psikopat, sosyopat, asosyal ya da dissosyal gibi değişik terimler
kullanılmıştır (Türkcan ve Yeşilbursa, 2007).
Antisosyal Kişilik Bozukluğu suç ve suçluluk ile yakından ilişkili bir
bozukluktur; genel popülasyon içindeki görülme sıklığı erkeklerde %3,
kadınlarda %1 iken hapishane ve cezaevi gibi adli ortamlarda istisna olmaktan
ziyade bir kuraldır (Engeler, 2005). Önemli özelliği kişinin yaptıkları için
asla pişmanlık ya da suçluluk duymamasıdır, başkalarına verdiği zararı kolayca
rasyonalize eder, asla ders almaz, ceza vermenin etkisi olmaz, pişmanlık
gösterileri genellikle sahtedir (Türkcan ve Yeşilbursa, 2007).
Antisosyal Kişilik Bozukluğu kişinin kendisinden çok topluma
huzursuzluk veren, kronik ve tedavi umudu en az olan kişilik bozukluğudur,
gidişatı genellikle iyileşmez olarak kabul edilir (Engeler, 2005; Türkcan ve
Yeşilbursa, 2007; Noyan, 2008). Erken müdahale önemlidir (Engeler, 2005).
Günümüzde özellikle batılı ülkelerin büyükçe bir kısmında hayvana karşı
işlenen suçun insana karşı da işlenen suçlara zemin hazırladığına ilişkin pek
çok araştırma yapılmaktadır. Bu araştırmalardan elde edilen sonuçların
değerlendirilmesi mağdur hayvanlara olduğu kadar mağdur insanlara da faydalı
olacaktır.
Arluke ve arkadaşlarının (1999) 153 hayvana yönelik şiddet geçmişi
bulunan kişi ve 153 kişilik kontrol grubuyla gerçekleştirdiği araştırmanın
sonuçlarına göre, çocuk hayvan şiddet uygulayıcılarının kontrol grubuna göre yetişkinlikte
kişilerarası şiddet uygulama oranı daha fazladır. Bunun yanı sıra haneye
tecavüz, madde kullanımı ve toplum düzenini bozma suçlarına eğilimleri de daha
fazladır. Merz-Perez ve arkadaşları (2001) 45 şiddet suçları işlemiş ve 45
şiddet içermeyen suçlar işlemiş toplam 90 hükümlüyle gerçekleştirdikleri bir
çalışmada, çocuklukta hayvana eziyet ile sonradan insana yönelik şiddet
arasında belirgin bir ilişki saptamışlardır, bu ilişki ev hayvanlarına zulüm
söz konusu olduğunda daha da belirgindir. Ayrıca, şiddet suçları işlemiş
hükümlülerin çocukken hayvanlara uyguladıkları şiddet yöntemleri ile daha sonra
insanlara uyguladıkları şiddet yöntemleri birbirine benzemektedir.
Tallichet ve Hensley (2004) tarafından 261 erkek hükümlüyle
gerçekleştirilen araştırmanın sonuçları, çocukluk çağında hayvana yönelik
tekrarlayan şiddetin yetişkinlikte insanlara yönelik tekrarlayan şiddetin iki
belirleyicisinden biri olduğunu saptamışlardır, diğer belirleyici ise çok
sayıda kardeşe sahip olmaktır. Overton ve arkadaşları da (2012) benzer şekilde çocuklukta
uygulanan hayvanlara yönelik şiddetin yetişkinlikte insanlara yönelik
tekrarlayan şiddete dönüşme olasılığının yüksek olduğunu bulmuşlardır. Araştırmaya
katılan 180 hükümlünün 2/3’ü çocukluklarında eğlence için hayvana şiddet davranışı
sergilediklerini, yaklaşık 1/4’ü öfke veya taklit motivasyonuyla hareket
ettiklerini ve sadece 1/5’i hayvandan nefret ettikleri için hayvana şiddet
uyguladıklarını belirtmişlerdir.
Ressler ve arkadaşlarının (1988) 28 cinsel suç failini inceledikleri
çalışmada %36’sının çocuklukta ve %46’sının ergenlik döneminde hayvanlara
eziyet fiilleri işlemiş oldukları tespit edilmiştir, ayrıca seri katillerin
geçmişlerinde hayvana yönelik şiddet uyguladıklarına dair birçok çalışma
bulunmaktadır (aktaran Becker ve French, 2004). Verlinden ve arkadaşları (2000)
ise okul saldırılarında bulunan gençlerle yaptıkları bir çalışmada, neredeyse
yarısının geçmişinde hayvana yönelik şiddet bulunduğunu saptamışlardır.
Benzeri tüm çalışmaların sonuçları değerlendirildiğinde; çocukların
hayvanlara yönelik şiddetinin küçümsenmemesi veya görmezden gelinmemesinin gerektiği,
erken müdahalenin önemli olduğu ve bu anlamda hayvana yönelik şiddetin belirleyicilerden
biri olduğu, çocuk adalet sisteminde hayvana şiddet uygulayan çocuklar için
çocuklara özgü güvenlik tedbirlerinin uygulanmasının önemi ortaya çıkmaktadır.
Davranım Bozukluğu’nun ön ergenlik döneminde pik yaptığı (Taş, 2004) ve
ergenlerde daha yaygın olarak görüldüğü (Ölçek, 2010) göz önüne alınırsa, hayvana
yönelik şiddet söz konusu olduğunda özellikle güvenlik tedbiri uygulamasının
zorunlu olmadığı 15-18 yaş çocuk grubu için de çocuklara özgü güvenlik
tedbirlerinin ve tüm yaşlar için özellikle de danışmanlık tedbirinin
uygulanması çok önemlidir.
Çocuk ve hayvan ilişkisine bir başka açıdan bakarsak, hayvan sevgisi
çocuğun yaşamında oldukça önemli role sahiptir. Hayvan besleyen çocukların
iletişim becerileri artmakta, yalnızlık duyguları ile birlikte agresif davranışları
azalmakta, kendine güven duyguları gelişmekte ve diğer insanlarla ilişkilerinde
kendilerini ifade etmeleri kolaylaşmaktadır; çocuklar, hayvanlarla kurdukları
ilişki sayesinde çevrelerine karşı sosyal duyarlılık göstererek saldırganlık
gibi antisosyal davranışlardan kaçınmakta, prososyal davranışlar
geliştirmektedirler (Ateş, 2005). Bu nedenle ebeveynler çocuklarına
hayvanlardan korkmayı veya iğrenmeyi değil onları sevmeyi ve yaşamlarına saygı
duymayı öğretmelidirler ve çocuklar için hayvanlarla ve doğayla ilişkilerini iyileştirmek
ve/veya geliştirmek üzere eğitim programları hayata geçirilmelidir.
Hayvana Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddet İlişkisi
Hayvana yönelik şiddet ile aile içi şiddet arasında, aile içi şiddetin
hayvana yönelik şiddete yansıması ve aile içi şiddetin bir görünümü olarak
hayvana yönelik şiddet olmak üzere iki yönlü bir ilişki bulunmaktadır. Hayvana
yönelik şiddet, aynı zamanda kadına ve çocuğa yönelik aile içi şiddetin bir
belirtisi olabilir.
Çocuk açısından aile içi şiddetin üç boyutu vardır; birincisi çocuğun
aile içinde ebeveynleri arasında yaşanan şiddet olaylarına şahit olması,
ikincisi çocuğun ebeveynlerinin şiddetine maruz kalması ve üçüncüsü her ikisini
de yaşamasıdır (Gümüş, 2011). Baldry (2005) tarafından 9-12 yaşları arasındaki 268
kız ve 264 erkek çocuğu ile yapılan çalışmanın sonuçları, ebeveynlerinden
birinin diğerine veya birilerinin hayvana şiddet uyguladığına şahit olan erkek
veya kız çocuklarının böyle bir deneyime sahip olmayan akranlarına göre hayvana
şiddet uygulama ihtimallerinin üç kat fazla olduğunu göstermektedir. DeViney ve
arkadaşlarının (1983) çocuk istismarının görüldüğü 53 aileyi inceledikleri
çalışmada da çocuk istismarı ile hayvana uygulanan kötü muamele arasında bir
ilişki olduğunu saptanmıştır. Ailelerdeki hayvana kötü muamele vakalarının
%14’ünün uygulayıcısı, istismar edilen çocuğun kendisidir. Çocuklar yaşadıkları
acıyı, acizliği hayvanlara yansıtmaktadır.
Diğer yandan, ev hayvanları aile içi şiddetin görünmeyen mağdurlarıdır.
Flynn (2000) tarafından aile içi şiddet nedeniyle sığınma evinde kalan 107
kadınla gerçekleştirilen araştırmanın sonuçlarına göre evcil hayvan sahibi olan
kadınların %46,5’inin eşleri kadınları ev hayvanına zarar vermekle tehdit etmiş
ve/veya hayvana zarar vermişlerdir. Veriler evcil hayvanların, maruz kaldıkları
şiddetle baş etmelerinde kadınlar için oldukça önemli duygusal destek kaynakları
olduklarını açıkça ortaya koymaktadır. Bu özellikle hayvanların da şiddete
maruz kaldığı durumlarda daha da belirgindir.
Aile içi şiddetin bir görünümü veya başka bir deyişle silahı olarak
hayvana yönelik şiddet, Ascione ve arkadaşları (2007) tarafından yapılan bir
araştırmada da çalışılmıştır. Aile içi şiddet nedeniyle sığınma evlerinde
bulunan 100 kadın ve aile içi şiddet veya sığınma evi geçmişi olmayan 120
kadınla yapılan çalışmada aile içi şiddet nedeniyle sığınma evlerinde bulunan
kadınlar açısından yüksek oranlarda eşin ev hayvanına yönelik şiddeti, eşin ev
hayvanına zarar verme tehdidi ve diğer aile bireyleri tarafından hayvana
yönelik şiddeti saptanmıştır. Sığınma evlerindeki kadınların büyük bir
çoğunluğu evcil hayvanlarına duygusal anlamda çok yakın olduklarını ve
hayvanlarının maruz kaldığı şiddet nedeniyle perişan olduklarını
belirtmişlerdir. Çocukların da hayvanlara uygulanan kötü muameleye şahit
oldukları ve çoğunun bu deneyimden dolayı sıkıntı yaşadıkları, yarısından
fazlasının hayvanları maruz kaldıkları kötü muameleden korumaya çalıştıkları
belirtilmiştir. Sığınma evi grubunun bir kısmı ise evcil hayvanlarının
sağlığından şüphe ettikleri için sığınma evi seçeneği ertelediklerini ifade
etmişlerdir, bu durum özellikle çocuğu olmayan kadınlar için daha çok
geçerlidir.
Simmons ve Lehmann (2007) ise aile içi şiddete maruz kalan 1,283
kadınla yaptıkları çalışmada ev hayvanlarına da şiddet uygulayan eşlerin
kadınlara daha fazla ve çeşitli şiddet uyguladıklarını, aynı zamanda daha fazla
kontrol davranışı sergilediklerini tespit etmişlerdir. Hayvana şiddet uygulayan
erkekler, hayvana şiddet uygulamayan erkeklere oranla kadınlar için daha yüksek
risk barındırmaktadırlar.
Hayvana zarar verme tehdidi ve/veya zarar verme ısrarlı takip ve taciz
(stalking) vakalarında da karşımıza çıkmaktadır (Doğan, 2014; Simmons ve
Lehmann, 2007).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder